Saturday, June 05, 2010

KIRMIZI ODA - 2

Gün ağarmadan uyandığında kırmızı sallanan koltuğun yamacında bağdaş kurmuş buldu kendini. Yanıbaşındaki sehpanın üzerinde geceden kalma yarım kadeh şarap, elinden yere düşmüş kitabı ve pencereden içeriye sızan loş ışıltıların telkiniyle derin bir nefes alıp yerinden doğruldu.

Sıcak bir duş almayı düşündü ama buna hiç takati yoktu. Lavabonun musluğundan akan serin suya razı oldu. Müşfik çakır gözlerini aynaya dikip sıcacık gülümsedi kendine. Sanki bir el saçını okşamış, omzunu sıvazlamıştı.

Herkes uyuyordu. Yan komşu, üst kattaki afacan ve ailesi, otoyolun karşısındaki rengârenk ışıklı binalarda yaşayanlar, gece boyu havlayan köpekler ve hatta cırcır böcekleri… Sadece delice işleyen otoyoldan bitmek bilmez bir uğultu yükseliyordu. Nereden gelip nereye gittiği meçhul bir yığın insan, birbiri ardına gecenin karanlığını deliyordu.

Göğün perdesi aralanmaya başlamıştı. Güneş uyandıkça, oda, daha şevkle alevleniyordu. Kızıl huzur içinde yavru kedi gibi koltuğa sığınmışken aklına çılgınca bir fikir geldi. Bilinmeyen bir yerden bir mesaj gelmiş gibi hızlıca doğrulup yan odadan sırt çantasını aldı. Çekmecelerden birkaç parça çamaşır, çorap, deodorant, bir yedek pantolon ve iki tişört tıkıştırdı. Tıraş takımı ile diş fırçası ve macununu da sığdırdıktan sonra “Anı Koleksiyoncusu”nu özenle eline aldı; küçük bir öpücük kondurup ön göze soktu. Fermuarları güçlükle kapatabildi.

O anda uyanık olan herkes ne yapıyorsa o da onu yapacaktı. Nereye gittiğini bilmeden yola koyuldu.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home